18 Kasım 2012 Pazar

Yeni Dil



Sevgili İnci,

Fiil çatıları var. Türkçe çok zengin diyoruz da, İngilizce de zengin oysa ve ikisinin de uzağında: bu çatıların kaçını günlük konuşmada kullanıyoruz? Azını.

Esperanto bu açıdan bir hayal kırıklığı oldu bende. Bildiğimiz İngilizce ya da Hint-Avrupa dillerine benziyor, hatta aynı. Sadece ortaklık amacı var, var olandan fazlasını sunmak gibi amacı yok.

Bir yazılım mimarının bakış açısıyla, nesnelere dayalı bir konuşma/yazma dili tasarlanmış olduğunu sanmıyorum. Bu konuda bir araştırma yapmayı çok isterim ve – eğer yoksa – böyle bir dili tasarlamak isterim. Sorun, yeni dilin sözlüğünü oluşturmak değil, yeni dilin nesnelerini ve gramerini kurabilmek. Bugüne dek düşünülmemiş, rastlanmamış yapıları bulmak.

Dil bazılarının fark ettiği ve pek çoğunun göz ardı ettiği üzere, düşüncemizi sadece yansıtmıyor, kısıtlıyor. O kadar çok konuşamadığımı, yazamadığımı hissediyorum ki... Ortalamanın üzerinde konuşup, yazabildiğimi bildiğim için, bu kısıtlanmışlık duygusunun gerçekliğine inanıyorum.

Dil büyük bir konfigürasyon verisiyle çalışan basit bir program gibi. Bilgisayarlarda tanıdığımız bu tarz programların özellikleri, yer kaplamamaları ve yavaş çalışmaları. Demek ki insan zihni konfigürasyonu depolamak ve konfigüratif verileri hızlı işlemek konusunda sorun yaşamıyor. Ama programları depolamak ve hızlı derlemek konusunda sıkıntı yaşıyor. Beyin göstergelerle kuracağı iletişimin yoğun olmasını istiyor. Genetik olarak uzun lakırdılar etmeyi sevmiyoruz. Tüm cümle kurulumları, tüm sözcük dağarı, tüm ekler, bağlaçlar, tonlama, hepsi aklımızda büyük bir konfigürasyon olarak duruyor. Birkaç gösterge ile bazen çok yoğun bilgiler iletiyoruz. Tam tersi, bunu başaramadığımız zaman, fazla söze ihtiyaç olduğunda, o kısıtlanmışlığı yaşıyoruz. 

Yazılı metinlere baktığımızda, tumturaklı söyleşin tarihte giderek azaldığını görüyoruz. 20. yüzyılın başındaki gazeteler çok şey söyleyip, az şey anlatıyorlar. 19. yüzyıl daha beter. Yazılan ilk romanları, bugün insanın okumaya sabrı yetmez. Ahmet Hamdi Tanpınar’a nur yağıyor – ben de ona sabırlı olamıyorum. İçeriği ile değil, ama laf fazlalığı ve anlam seyrekliği ile sorunum var. Bu sorun Atatürk’ün yazılı dilinde de vardır, herkeste vardı zaten, 1920 yılındaki Scientific American’da da var. Yazılı dil giderek yoğunlaştı, belki de yoğunluk sınırlarına dayandı.

Yeni bir dil tasarımına ihtiyacımız olabilir. III. Düzey bir uygarlığın dili bence İngilizce’den ya da Esperanto’dan daha iyi bir şey olmalı. İkinci bir lisans okumamın ilahi nedeni bu yeni dili yaratmak olsa, Amin derim, bir daha da müezzine eşlik etmem...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder