“Çifte vav”ı sanırım ilk defa Edirne Ulu Cami'nin içinde görmüştük. Ne güzel, ne zarif bir tasarım...
Vav harfi, Allah’n “Vahid” ismini simgeliyor. Vahid’in anlamı : kendisinden başka olmamak, zâtında, sıfatlarında, işlerinde ve hükümlerinde, fiillerinde ortağı, dengi ve benzeri bulunmamak. Vav’ın ebced hesabındaki değeri 6. İki vav yan yana yazılınca 66 yapıyor. Bu da Allah... Levhalara, duvarlara çifte vav’ın yazılmasının nedeni 66...
Osmanlı’da sadece camilerde değil, başka yapılarda, kitaplarda da çifte vav sıklıkla kullanılmış. Oysa benzer yerlerde yazılan ifadelere pek de benzemiyor, görünürde hiçbir mesajı yok. Yani bir ayet ya da hadis değil, bir isim değil. İki şeyi gösteriyor olsa gerek: Osmanlı’da hat sanatının derinliğini ve Osmanlı’nın bâtın’a, tasavvufa olan eğilimini... Varlığı gizli olan, ancak insanların çalışarak, kendilerini terbiye ederek varlığına emin olacakları ve onunla birleşecekleri bir gerçeği arama isteği... Bence çifte vav’da bunun bir yansıması var.
Mustafa İzzet Efendi 1801’de doğmuş, büyük bir hattat. İstanbul’da çok büyük üne sahip, sonradan kazaskerliğe kadar yükselmiş. Ayasofya’daki büyük levhaları yazan adam buymuş... Devir II. Mahmut devri. İzzet Efendi özellikle çifte vav yazmakta eşsizmiş. 40 Levha 40 Yorum kitabında şöyle bir hikaye var:[1]
İzzet Efendi bir gün Üsküdar’dan Beşiktaş’a geçecekti. O zaman Boğaz’da buharlı gemiler çalışmaya başlamamıştı. Bir yakadan ötekine geçecek olanlar “pazar kayığı” denilen büyük dolmuş mavnalarına binerlerdi. Ona yetişemeyenler ise tek başına (ve daha pahalı) bir kayık kiralayıp öyle geçerlerdi. İzzet Efendi’nin o gün acele bir işi vardı, kıyıda müşteri gözleyen kayıklardan birine atlayıp Kabataş’a çekmesini söyledi. Kabataş iskelesine yaklaşırken, kayıkçının ücreti ödemek için koynuna el atıp kesesini çıkarmak istedi. Fakat o da ne, anladı ki evden acele çıkarken keseyi almayı unutmuştu. Kıvranmaya başladı. Kayıkçı da iyi yarı, kaba saba bir adamdı. Ne diyeceğini düşünürken, aklına bir çare geldi: “Bak evladım, para kesemi evde unutmuşum. Yanımda sana verecek bir akçe bile yok. İstersen adresimi vereyim, akşama gel paranı al, isersen yarın sabah ben gelip seni iskelede bularak borcumu ödeyeyim.” Kayıkçının canı sıkıldı, bir şey demedi. O sırada İzzet Efendi başka bir şey düşündü: “Evladım, ben hattatım, hattatlık nedir bilir misin? Sana bir çifte vav yazayım. Sahaflar çarşısında kime götürecek olsan, sana bu kayık ücretinin elli mislini verirler.” Kayıkçı bu işten pek hoşlanmasa da, İzzet Efendi koynundan küçük bir kağıt parçası çıkardı. Belindeki divit kalemle hemen oracıkta kağıdın üzerine bir çifte vav çekti ve kayıkçıya uzattı.
Birkaç gün sonra boş bir zamanında kayıkçının yolu Beyazıt’a düştü, sahaflarda önüne gelen ilk dükkana girip, kağıt parçasını uzattı, “efendi şu kağıt para eder mi” diye sordu. Bilgili sahaf hemen atıldı: “Ooo, bu İzzet Efendi’nin çifte vav’ı. Ne istersin?” dedikten sonra, adamın eline yarım altın tutuşturdu. Kayıkçı, bir kağıt parçasının bu kadar para etmesi karşısında şaşkına döndü...
Aradan haftalar geçmişti. Bir köşede müşteri arayan bizim nobran kayıkçı, kalabalık arasında İzzet Efendi’yi derhal tanıdı. Ötekini berikini yararak kayığını bulunduğu yere getirdi ve kendisine şöyle seslendi: “Efendi baba, gel benim kayığıma buyur. Hem çifte vav da istemiyorum. Bir vav’a karşıya geçiririm seni!”
[1] 40 Levha 40 Yorum, Mehmet Demirci, Kubbealtı Yayınları 2012
Ne güzeldir hem Eski Camii hem de oradaki canım çifte vav
YanıtlaSil