Haftasonu malum etkinlikten ötürü, biraz klasik müziğe kafa yordum. “Klasik müzik” diyoruz, ama klasik müzik zamanında, “klasik” diye bir şey yoktu, sadece “müzik” vardı. Klasik dediğimiz müzik dışında, halkın gelenekle yaşattığı bir müzik vardı, o kadar; başkaca müzik yoktu. Aynı yazılı edebiyat – sözlü edebiyat ayrımı gibi. Bence klasik müziğe yeni bir ad vermek gerekir. 16. – 20. yüzyılların müziği gibi bir şey... 20. yüzyılın da sadece ilk yarısında klasik müzik var. Sonra yok.
Ölümlerden korkmamak lazım. Bir şey öldü ve bu kötü bir şeyse, “ölmedi” diyerek direnmek anlamsız. Opera öldü mesela, değerini kaybetti mi? Kaybettiyse de kaybetti, o kadar! Ölen bir yakınımız değerini kaybediyor mu? Bir anlamda evet, bir anlamda hiçbir zaman. Opera da öyle... Opera 18. ve 19. yüzyılların üstün sanatı ve büyük eğlencesiydi. Artık öldü, bundan sonra opera yazılmayacak, yazılsa da doğru dürüst kimse izlemeyecek. Kitlesi azalsa ve özelleşse de, Sophokles’in oyunları hep izlenecek, Carmen de hep izlenecek, Tannhauser de...
Klasik müzik, ya da 16. – 20. yüzyıllar arasında yaratılmış olan, kendine özgü çalgıları, armoni ve kontrpuan sistemi, formları, karmaşık icra teknikleri ve büyük sanatsal derinliği ile insanlığın kendini ifade ettiği o güzel müzik, öldü. Artık yeni senfoniler, konçertolar bestelenmeyecek, yüzyıl önce “besteci” ya da “kompozitör” dediğimiz insanlar bugün artık yoklar. Müziğin bestelenmesi, salonlarda icra edilmesi ve izleyicilerin beğenisine sunulması gibi zincir yok. İstanbul’daki konser programlarına dikkat ediyorum, klasik müziğin modern kanadı bile çalınmıyor, romantik müzik icra ediliyor. İstanbul Devlet Opera ve Balesi bugüne dek Stravinsky icra etmedi. Klasik müziğin gözbebekleri olan iki çalgı keman ve piyano, artık konuşulmayan bir dilde dinsel törenlerini yöneten rahipler gibi, eski bir dünyanın sesleri oldular. Son piyano konçertosu 1921’de Prokofiev tarafından, (3 numaralı piyano konçertosu), son keman konçertosu da 1955 yılında Şostakoviç tarafından (1 numaralı keman konçertosu) bestelendi. Elbette daha sonraları da konçertolar bestelendi, şu anda da birilerinin konçerto yazması için bir engel yok. Ama son’dan şunu kastediyorum: Kendinden önceki müzikal birikimi özümseyip, üzerine bir şeyler ekleyen son piyano ve son keman eserleridir bunlar. Bu eserlerden sonra repertuvara kayda değer bir şey eklenmedi ve eklenmeyecek.
Müzik bilgisi ve sanatsal duyarlığı olan bazı insanlar, eski müzik (klasik müzik) formatında eserler besteliyorlar. Bunlar içinde elbette güzel örnekler olabilir, bize haz verebilirler, (böyle bir örnek bilmiyorum gerçi?) ama bu durum eski müziğin kaynağının artık kurumuş olduğu gerçeğini değiştirmez. Kim Ahmet Ateş’in ya da Fazıl Say’ın son bestesini merak eder ki? Onun yerine, Çaykovski Romeo Juliet’i yüzbirinci kez dinlerim...
Bir arkadaşım dedi ki, “klasik müzik artık caz olarak devam etmiyor mu?” Bu noktada ölüye saygı rica ediyorum. Klasik müziği üreten kitlenin kalitesini kimse aşağılamasın. Çaykovski dediğimiz adamın, dünyayı ve insanlığı anlama, hissetme anlamında counterpart’ı Dostoyevski ya da Turgenyev’dir. Mahler’in counterpart’ı Gustav Klimt’dir. Caz adı altında çok güzel müzikler dinliyoruz, ama cazın, popun, rock’ın ürünlerinin başı – sonu bellidir. Bu ürünlerin herhangi biri eski müziğin ürünleri yanında “eski müziğin mirasçısı olarak” duramazlar. Onlara “değersiz” demiyorum, belki hepsini bir arada düşününce, çok daha büyük bir değer ifade ediyorlar, ama eski müzik tarzında değil.
Ne oldu da böyle oldu peki? Bilmiyorum, ben bir müzikseverim. Tarihçi ya da sosyolog ahkamı kesemem, ama gördüğüm bazı şeyler var. Dimitri Şostakoviç ile Jim Morrison’ı yan yana koyunca şu farkları görüyoruz: Eski müziği üretenler kültürel birikim ve eğitim anlamında seçkindiler, yaratıları karmaşıktı, eser vermek zaman alıyordu ve dinleyicinin eserden zevk alması eğitim istiyordu. Yeni müziği üretenlerin o kadar da eğitimli ve birikimli olması gerekmiyor. Yeni müzik daha kolay üretiliyor, daha kolay paylaşılıyor ve dinleyici tarafından daha kolay anlaşılıyor. Dinleyicinin yaratıcı ile arasındaki mesafe tüm düzlemlerde azalmış durumda. Yeni müzikçilerin çoğu aynı zamanda icracı. Onları gözle görmek, onlara dokunmak mümkün. Bir gitar alıp, müziklerini çalmak çok zor değil. “Şostakoviç ileri - Morrison geri” formülü kesinlikle yanlış (ki itiraf ediyorum, bu formüle ben gençken inanırdım). Neye göre ileri? Yeni müzik, insanlığın ihtiyaçlarına daha iyi cevap verdi, bu yüzden zafer onun oldu. 1960’dan sonra bestelenen parça sayısı, son üç yüzyılda klasik müziğin ürettiği eser sayısının belki de yüzlerce katıdır. Bu müzikal üretime katılan insanların ve dinleyicilerin sayısı da katlanarak arttı. Yani müziğin kendisi ölmedi, tam tersi müzik sanırım hiç olmadığı kadar sağlıklı durumda! Ve şunu teslim etmek zorundayım: seni tanımamış olsaydım, bu düşünceye daha geç varırdım. Başkası için açık da olsa, benim bu noktada görmemi sağlayan senin müziğe bakışın ve zevklerinin çeşitliliği oldu.
Boşluk var mı? Günümüzde yaşayan büyük edebiyatçıların müzikteki counterpart’ları kimler? Rock şarkıcıları olamaz, değil mi? Sanatın izlediği bir takım akımlar, geçirdiği evreler var. Müzik, bu evreleri (neden bilmiyorum) hep diğer sanatların önünde geçiyor, müzik tarihinden bunu öğrendim. Tarih, müzik için diğer sanatlara göre daha hızlı akıyor. Bu yüzden, edebiyatın ve resmin ve tüm sanatların aynı yoldan gittiğini ve gideceğini söylemek belki de yanlış olmaz. Nobel edebiyat ödülü zamanla anlamını yitirecek, çünkü o büyük ve müthiş romancılar, şairler artık varolmayacak. Yıldızlar birer birer sönecek, onların yerine daha az parlak ama çok sayıda bir sürü ışık göreceğiz. Blog’larda, sözlüklerde, fanzin’lerde görmüyor muyuz o ışıkları?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder