7 Haziran 2012 Perşembe

Günlük


Sevgili İnci,

Hızlanmak da iyi, yavaşlamak da... Hangisini seçmeliyim? Yavaş olduğumda bir şeyler başarabiliyorum. Hızlı olmak ise güzel galiba, çaresiz olmak, mutsuz olmak... Mutlu olmaktan bahsediyordu biri ironik tonda “evli, çocuklu, güvenli bir hayatta mutlu olmak” dedi. Tam o sırada Hatice denen kadın geldi, “evet, ben tam olarak öyleyim” dedi, insanlar gülümsedi. Hatice güzel bir kadın, mavi gözleri var. Dudağının üzerinde derin bir çizgi var. İşyerinde sağlıklı bir umursamazlık içinde. Bir de taşralı gibi yürüyor.

Ortaokulda düşünmüştüm, mutluluk nedir diye? Şudur, budur... Bunu Sokrates çok sorardı. Amacın mutluluk olduğunu kabul ederdim, ama kâni değildim buna. Kaç yıl sonra mutluluktan önemli şeyler olduğunu anladım. Bir amaç olacaksa, özgür olmak mesela çok daha önemli ve insanlar özgür olmayı mutlu olmaya tercih etmeli.

Özgürlük insanın bir hayali gerçek yapması mıdır? Herhangi bir hayal, soyut olan her şey. Bu noktada Allah’a inanıp, huzur bulan insanlar özgürdür gibi geliyor bana. İblislerle ya da cinlerle arkadaşlık edenler de özgürdür. Che Guevara özgür bir insan... İbrahim Kaypakkaya hem özgür, hem de ölümsüz. Özgürlük için savaşanlar ve zulüm görenler ölümsüz oluyor. Hazreti İsa gibi...

***

Günler birbirine müthiş benziyor. Dün ne oldu biraz düşününce buluyorum. Önceki gün ne olduğunu hiç bilmiyorum. Seninle yazışmayıp, görüşmeyince takvim algım köreldi. Ne oldu, ne zaman oldu? Yarın ne olacak? Bilmiyorum. İşleri kötü etkiliyor bu durum. Sadece o günü görüyorum. Akşam olunca akşam oluyor. Sabah olunca sabah... Allah korusun, hapishanede bulunmak böyle midir? Hapishanede tüm olumsuzlukların yanında, insanı yavaşlatan ve bu yüzden başarıya ulaştıran bir durum olmalı. Seçenek yorgunluğu yaşanmıyor en azından.

***

Öğle yemeği yiyoruz. Krallara layık bir yemek... Zeytinyağı ile pişirilmiş sıcak fasülye var. Pirinç pilavının içinde bezelye var. Salata tabağında marul yaprakları, küçük bir mercimek köftesi, mısır, domates, salatalık ve biraz da mantar. Salataya fesleğen sosu döktüm.. Ve tabii ki kıpkırmızı, güzel bir elma! Sulu elma, tatlı elma! Elmanın sapı dışında her şeyi yeme erdemine sahibim artık. Elmayı yerken, onu ağaçtan kopardığımı hayal ediyorum, sapıyla ağacın dalının birleştiği yeri hayal ediyorum. Elmanın içindeki suyun, ağacın köklerinden yukarı çıkıp meyveye dolduğunu düşünüyorum. Bunuları düşününce elmaya olan bağlılığım ve sevgim artıyor.

Tabağımdaki her şeyi bitiriyorum. Aynı masada yarım bırakılan ve atılacak yemek çok... İnsanlar bunu anlamıyorlar. Yani yediğimiz yemeğin krallara, sultanlara layık bir yemek olduğunu.. Kralların ve padişahların devrinde yenen en iyi yemekler, bugün 7 TL’ye yediğimiz yemek yanında sönük kalırdı. 15. Yüzyıldan önce, bizim bugün yediğimiz yemekleri aynı tabakta görmek bile mümkün değildi. Bu çeşitliliği sağlamak lojistik açıdan çok zordu, bazı şeyler çok pahalıydı ve bazı şeyler Avrupa’da henüz keşfedilmemişti (domates, mısır). Eskiden çeşit çok azdı, pek çok şey sadece belirli mevsimde yenirdi. Krallara layık yemek yiyoruz, bunu çatalımdaki her lokmada hissediyorum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder