Sevgili İnci,
Eğer bir Richard Strauss operası İstanbul’daysa,
görmeden geçmek olmazdı. Yıllar önce AKM’de izlediğim Salome çok başarılı bir
temsildi. Ölmeden kısa süre önce sevgili Zehra Yıldız’ı Salome’de izlemiştim.
Pozitif duygular ve beklentilerle
gittiğim Ariadne auf Naxos maalesef hayal kırıklığı yarattı. Aslında şan
performansı başarılıydı, orkestra şan’dan da iyiydi. Orkestra şaşırttı beni,
sanırım küçük bir kadro vardı, çünkü volume güçlü değildi; ancak müzik çok temiz,
parlak duyuldu. Zor pasajlarda tempo düşmedi. Alman bir şef yönetti, onun
katkısı olabilir. Bunlar olanlar... Beni üzen, olmayanlar...
Broşürden bakıyorum, sahneye koyan : Mehmet Ergüven. Bu
temsildeki temel eksiklik eserin sahneye hiç koyulmamış, ya da kendi kendine
koyulmuş olması. Şancılar şarkı söyleme sevdasında; çoğu sahnede hiçbir jest,
hiçbir oyunculuk yok. Oysa içlerinde oldukça genç insanlar var, birileri
bunlara ne yapacağını söylemiyor mu? Oyunun en dramatik sahnesinde esas kadın
esas erkekle karşılaşıyor, kadının hayatı değişecek, ruhu bükülecek... Ama ne
oluyor, kadın (Ariadne) adamın yüzüne bile bakmadan bir arya söylüyor. Adam
(Bakhos) sahnede saçma sapan geziniyor. Sahneye kimin neden girdiği, kimin
neden yürüdüğü belli değil. Cepheden verilen fotoğraf her daim kötü,
hesaplanmamış. Kadınla erkek karşılaşınca, bir dokunsunlar birbirine, bir
elektrik olsun, bir erotizm olsun, bunlar metinde var. Ama temsilde nerede? Karakterlere
hiç çalışılmamış. Zerbinetta diye bir karakter var, orjinal metinde fettan,
orospu olarak konumlanabilecek bir karakter. İstanbul’daki Zerbinetta, köylü
kızı gibi olmuş, daha doğrusu ne olduğu belli değil, şarkı söyleyen uzun saçlı bir
kız sadece.
Bir dekor var, evlere şenlik!
Broşürden bakıyorum, dekor : İsmail Dede.
Dekor önce ion tarzı bir sütunla başlıyor, sonra sahneye büyük kırmızı bir lego
parçası indiriyorlar. Evet, kırmızı lego, görmen lazım, anlatmak mümkün değil. Lego
niye indi, belli değil, hiçbir anlamı yok... Son sahnede, sahnenin arkasındaki düz
fona projeksiyondan yıldızlar yansıtılıyor. Köprünün ışıklandırılması kadar
kitch, anlamsız. Ya fiziksel dekorla ilerle, ya baştan minimal kostüm – dekor yap,
hep arkadaki fona yüklen! Lise öğrencisine versek, bundan iyisini yapabilir.
Kostümle dekorun hiçbir uyumu yok. Dekorla metnin, eserin duygusunun bir bağı
yok. Kostüm ve dekor için Ariadne’ye dair, Strauss’a dair, dünyadaki temsillere
dair hiçbir araştırma yapılmamış. Sahneye koyan arkadaşta yeterli birikim ve
derinlik olsa, kostüm ve dekor gayet ucuz, ancak esere bağlanan, eserin
mesajını bütünleyen – genişleten hale getirilebilir. Sorun para değil,
yeterince çalışılmamış olması.
Broşürden bakıyorum, devinim ve jest : Neslihan Öztürk. Bu
çok önemli bir sorumluluk, ben talibim şahsen... Şarkıcılarda önemli bir sorun
(belki alışkanlık) var. Durarak şarkı söylüyorlar. Öylece duruyorlar... Kol
bile hareket etmiyor doğru dürüst. İyi şarkı söylemek için gerekli midir?
Sanırım gerekli, ama izleyicinin uykusu geliyor. Sahne duruyor, soprano
şarkısını döktürüyor. Bu döktürme işini abarttıkça, sahneyi ne kadar
yapaylaştırıp, izleyiciden ne kadar uzaklaştırdıklarının farkında değiller. Şarkıcıların
bazıları okudukları Almanca metnin yeterince farkında değil. İçerikte endişeli,
ya da olumsuz bir şey söylüyor; ama kadın zıplıyor, gülümsüyor sahnede. Şarkı
döktürüyor yine. Bunun yasaklanması lazım. Ama şarkıcının değil, oyunu sahneye
koyanın kusuru bu.
Özetle, temsilden bağımsız olarak,
çok parlak bir opera değil bence. Müzik orta, libretto orta. Ama yıl sanırım 1912,
operanın son demleri, zamanı için oldukça modern bir kurgusu var. İçinde son
derece evrensel bazı duygu ve karakterler var, bu da onu yeniden yorumlamaya
çok uygun kılıyor. İstanbul’daki Ariadne ise 1912’den ileri gidemedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder