25 Nisan 2012 Çarşamba

Ariadne Naksos'ta


Sevgili İnci,

Eğer bir Richard Strauss operası İstanbul’daysa, görmeden geçmek olmazdı. Yıllar önce AKM’de izlediğim Salome çok başarılı bir temsildi. Ölmeden kısa süre önce sevgili Zehra Yıldız’ı Salome’de izlemiştim.

Pozitif duygular ve beklentilerle gittiğim Ariadne auf Naxos maalesef hayal kırıklığı yarattı. Aslında şan performansı başarılıydı, orkestra şan’dan da iyiydi. Orkestra şaşırttı beni, sanırım küçük bir kadro vardı, çünkü volume güçlü değildi; ancak müzik çok temiz, parlak duyuldu. Zor pasajlarda tempo düşmedi. Alman bir şef yönetti, onun katkısı olabilir. Bunlar olanlar... Beni üzen, olmayanlar...

Broşürden bakıyorum, sahneye koyan : Mehmet Ergüven. Bu temsildeki temel eksiklik eserin sahneye hiç koyulmamış, ya da kendi kendine koyulmuş olması. Şancılar şarkı söyleme sevdasında; çoğu sahnede hiçbir jest, hiçbir oyunculuk yok. Oysa içlerinde oldukça genç insanlar var, birileri bunlara ne yapacağını söylemiyor mu? Oyunun en dramatik sahnesinde esas kadın esas erkekle karşılaşıyor, kadının hayatı değişecek, ruhu bükülecek... Ama ne oluyor, kadın (Ariadne) adamın yüzüne bile bakmadan bir arya söylüyor. Adam (Bakhos) sahnede saçma sapan geziniyor. Sahneye kimin neden girdiği, kimin neden yürüdüğü belli değil. Cepheden verilen fotoğraf her daim kötü, hesaplanmamış. Kadınla erkek karşılaşınca, bir dokunsunlar birbirine, bir elektrik olsun, bir erotizm olsun, bunlar metinde var. Ama temsilde nerede? Karakterlere hiç çalışılmamış. Zerbinetta diye bir karakter var, orjinal metinde fettan, orospu olarak konumlanabilecek bir karakter. İstanbul’daki Zerbinetta, köylü kızı gibi olmuş, daha doğrusu ne olduğu belli değil, şarkı söyleyen uzun saçlı bir kız sadece.

Bir dekor var, evlere şenlik! Broşürden bakıyorum, dekor : İsmail Dede. Dekor önce ion tarzı bir sütunla başlıyor, sonra sahneye büyük kırmızı bir lego parçası indiriyorlar. Evet, kırmızı lego, görmen lazım, anlatmak mümkün değil. Lego niye indi, belli değil, hiçbir anlamı yok... Son sahnede, sahnenin arkasındaki düz fona projeksiyondan yıldızlar yansıtılıyor. Köprünün ışıklandırılması kadar kitch, anlamsız. Ya fiziksel dekorla ilerle, ya baştan minimal kostüm – dekor yap, hep arkadaki fona yüklen! Lise öğrencisine versek, bundan iyisini yapabilir. Kostümle dekorun hiçbir uyumu yok. Dekorla metnin, eserin duygusunun bir bağı yok. Kostüm ve dekor için Ariadne’ye dair, Strauss’a dair, dünyadaki temsillere dair hiçbir araştırma yapılmamış. Sahneye koyan arkadaşta yeterli birikim ve derinlik olsa, kostüm ve dekor gayet ucuz, ancak esere bağlanan, eserin mesajını bütünleyen – genişleten hale getirilebilir. Sorun para değil, yeterince çalışılmamış olması.

Broşürden bakıyorum, devinim ve jest : Neslihan Öztürk. Bu çok önemli bir sorumluluk, ben talibim şahsen... Şarkıcılarda önemli bir sorun (belki alışkanlık) var. Durarak şarkı söylüyorlar. Öylece duruyorlar... Kol bile hareket etmiyor doğru dürüst. İyi şarkı söylemek için gerekli midir? Sanırım gerekli, ama izleyicinin uykusu geliyor. Sahne duruyor, soprano şarkısını döktürüyor. Bu döktürme işini abarttıkça, sahneyi ne kadar yapaylaştırıp, izleyiciden ne kadar uzaklaştırdıklarının farkında değiller. Şarkıcıların bazıları okudukları Almanca metnin yeterince farkında değil. İçerikte endişeli, ya da olumsuz bir şey söylüyor; ama kadın zıplıyor, gülümsüyor sahnede. Şarkı döktürüyor yine. Bunun yasaklanması lazım. Ama şarkıcının değil, oyunu sahneye koyanın kusuru bu.

Özetle, temsilden bağımsız olarak, çok parlak bir opera değil bence. Müzik orta, libretto orta. Ama yıl sanırım 1912, operanın son demleri, zamanı için oldukça modern bir kurgusu var. İçinde son derece evrensel bazı duygu ve karakterler var, bu da onu yeniden yorumlamaya çok uygun kılıyor. İstanbul’daki Ariadne ise 1912’den ileri gidemedi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder