Sevgili İnci,
Fikrim geldi, minik bir aydınlanma yaşadım! Aslında bunu tetikleyen iki saçma şey okudum/izledim, önce onları aktarayım:
Facebook'ta böyle bir şey gördüm. Arka plan bilgisi veriyor (1 cümle). Sonra daha vurucu olan asıl bilgiyi veriyor (1 cümle). Vurucu bilgi renkli verilmiş. Fotosu da var. Hap bilgi. Süper...
Bundan hoşlanmadım. Sadece bir duyguydu bu. Bu duyguyu biraz takip edince, bunlardan iğrendiğimi fark ettim. Evet, bu haplardan iğreniyorum, bunları paylaşanlardan da... Fotonun altına da başka biri imza çakmış, sanki eleman özel arşivinden taramış da, imza atıyor... Bunları paylaşan insanların Sümer'e, mitolojiye ya da Berat Kandiline dair hiçbir ciddi bilgileri yok. Mesela Sümerce tek sözcük bilmiyorlar. Sümer sanatına dair tek şey görmüşler mi emin değilim... Ama çok güzel yan yana getiriyorlar. "Yapıyorlar, oluyor". Foto tanrıça Nanşe falan değil elbette, Sümer sanatı değil ki o... Nanşe diye bir tanrıça hiç olmasa şaşırır mıydık? Varsa bile neydi? Oysa bile, Berat Kandili ile ilgisi var mı? Nasıl olmuş o işler? Kaynak: götümüz. 539 kişi beğenmiş bunu, 239 kişi paylaşmış. Yorumlara baktım, hemen hepsi pozitif, ya da en azından bu bilgiyi kabul edip tartışan yorumlar... Beni aydınlatan şey bu değildi tabii, geleceğim...
İkinci örnek:
Fatih Sultan Mehmet güya peygambere şiir yazmış. Reha Yeprem adında (meşhurca) biri seslediriyor. Aşka geliyoruz. 200K izleme var, aynı şiirin başka paylaşımları da var. Toplam izleme 500K civarında. Yorumlara bakıyorsun, hepsi "maşallah, inşallah, imana geldim" tarzında şeyler. Biri de dememiş ki: "ulan ne saçmalıyorsunuz". Bunu izleyenlerin, duyanların Fatih'in divanına dair hiçbir fikri yok. Hatta yüz yıl önce nasıl bir Türkçe konuşulduğuna dair bir fikirleri de yok. Malzeme hazır, hap bilgi, damar şiir, yerini buldu, mesaj kabul edildi. Bu şiiri yazan da "Fatih'in" diye yalan uydurmakta bir sakınca görmüyor. İyi bir amaca hizmet ettiğini düşünüyor olabilir. Çeşitli nedenleri olabilir. Sosyal medyada manipülasyon imkanları yüksek. Ve saire.
Bu iki örnek içerik açısıdan çok farklı. İçeriği oluşturan motivasyonlar benzer olabilir. Ama içeriği tüketenlerde yarattıkları etki açısından benzerlikler var.
En eskide, bilgiye ulaşmanın, dünyayı öğrenmenin yolu, başka birinden öğrenmekti. Sonra, kitaplar ağırlığını artırdı. 20. yüzyılın başında, üç kaynak da önemliydi: "Kişiden kişiye aktarmalar, kitaplar ve basın". Yani 20. yüzyılın başındaki entelektüel, kütüphanesi olan, gazete okuyan ve arkadaşlarıyla dünya meselelerini tartışan kişiydi. TV ile denge değişti. Sosyal medya ile her şey allak bullak oldu. Kitapların ağırlığı çok azaldı, basının ağırlığı azaldı. 1-1 aktarımlar da azaldı; herkes söylüyor "insanlar bir yerde oturup daha az konuşuyorlar" diye... Emin değilim, gençler bize göre daha az konuşuyorlar diyemem, ama bence bir birlerinden daha az şey öğreniyorlar. Biz arkadaşları ve çevreyi "bir şey öğrenme aracı" olarak çok kullanırdık. Bence sosyal çevre aynı şekilde aktif, ama dünyayı öğrenme açısından etkinliği daha zayıf...
Olan şu: Bilgi kısaldı. Hap bilgi makbul, çünkü zamanımız yok. Uzun olunca sıkılıyoruz. Biraz fazla merakımız ve sabrımız varsa, TED talk izliyoruz. O da bir hap aslında. Elemanların kitabını okuyacak vaktimiz yok, 15 dk'da bize anlatsın, aydınlanalım istiyoruz. Şov yapsın, izleyelim... Falanca yerde görmemiz, yememiz, yapmamız gereken 10 şey var. 11.'ye gerek yok, çünkü 11.'ye zamanımız yok. 11. zaten iyi değil o kadar... Okuduk, öğrendik hap bilgiyi. Bilgi doğru mu? Bu o kadar önemli değil, bilgiyi beğenmemiz daha önemli. Ya da başkalarının beğenmesi. Bu çok ilginç bir olay aslında. Beğeniyoruz ve doğruluğuna inanıyoruz. İkinci ya da üçüncü kez aynı şeyi duyarsak doğruluğuna iyice kanaat getiriyoruz. "Probabilistic determinism" diye bir kavram var, sanırım bununla ilgili. Bu yüzden zaman zaman ayrıksı dursak da, aslında kitleyle hareket ediyoruz, kitleden çok etkileniyoruz.
Merak etme: bunların kötü olduğunu söylemeyeceğim. :)
Mesele kötü olması değil. Bu değişimde iyi şeyler var, kötü şeyler de var... Özetle: Sıradan insanın ve entelektüellerin bilgiye ulaşma ve dünyayı tanıma yöntemleri temelden değişti. Ama, not edilmesi gerekir: biliminsanlarının dünyayı anlama yöntemleri temelden değişmedi. Onlar yüzyıl önce de makale yazıyorlar, literatür tarıyorlar ve deney yapıyorlardı. Onlarda da değişim var, ilerleme var; ama radikal bir farklılık yok. Demek ki bilim ile sıradan insan arasındaki makas gittikçe açılıyor.
Bu değişimde olumlu olan ve bence yarına kalacak olan asıl şey: eskiden hiçbir zaman iletişim kuramayacağımız insanlarla iletişim kurma imkanı oldu. Bilinen şey tabii bu, internet ve sosyal medyanın gücü tartışılmaz... Öte yandan değişimde şu da var: eskisine göre aynı cahillikte olsak bile, cahilliğimize daha çok güveniyoruz. Kendimizden emin cahilleriz. Cahil olduğumuzu düşünmüyoruz artık, öyle bir korkumuz yok. Cahillikten korkmak vardı benim küçüklüğümde, ansiklopedi almanın arkasındaki şey oydu belki... Dünyada çok bilgi, çok deneyim olduğunu düşünürdüm, az şey bildiğim için kendimi biraz ezik, eksik hissederdim. Artık ezik değiliz, rahatız. Net ifade edelim: bu manipülasyona ve faşizme açık bir toplumdur. Yeterli sermayesi ve siyasal gücü olan kitleyi paralize edebilir. Bknz: RTE Türkiyesi ya da olası-Donald Trump ABDsi.
Biz zeitgeist'i az çok çaktığımız için, İzci'nin beyin fırtınası sırasında hep "hap bilgi olsun" demiştik. Hap bilgi de yaptık, belki yeterince hap olmadı, ama olduğu kadar... :) Çekinmedik, çünkü kitleye ulaşmanın başka yolu görünmüyordu. Artı bizim hapımız "iyi hap" diye düşündük, düşünüyoruz hala...
Hayao Abi ne demişti: "Moda işler yapmayın, geri kalırsınız". Bence hap bilgi konusu zirveyi buldu, ya da bulmak üzere. Bir zaman gelecek, "hap bilgi"den pek çok kişi tiksinerek bahsedecek. İnsanlar daha doyurucu, daha otoriter ve daha nesnel bilgiye ihtiyaç duyacak. Bilimle sıradan insan arasındaki makasın açılması bence küresel bir sorundur ve sosyologların ilgisine muhtaçtır. :) Bu makası kapatacak yaratıcı çözümlere ihtiyaç var. "İnsanların hap yutmak dışında zamanı yok" balon bir tez. Çünkü aslında zaman var. İnsanlar boş boş TV izliyor, facebook'a giriyor. Zamanın çoğu hakikaten boşa gidiyor.
O duygunun beni getirdiği yerde, böylece bir nebze aydınlandım. Hap bilgiyi terk etmeliyiz. Bizim aslında öyle bir bilim yapmamız lazım ki, bunun herkes ucundan tutabilsin. Yani şu videoları izleyen, facebook'ta paylaşım yapan insanların bilimin ucundan tutabileceği bir araç/ortam olmalı. Sıradan insan, kendi belirlediği ölçüde gayret göstererek, bilime katkı verebilmeli ve bu katkısı takdir görmeli. İnsanlar bilime katılarak sosyalleşebilmeli. Benzer şeyler sanat için de rahatlıkla söylenebilir... Nasıl yapılabilir, henüz bilmiyorum.