- Ahmet dediğiniz hani yanakları kırmızı olan, hep gülen adam mı?
- Evet evet o.
- İçer miydi o adam, o yüzden mi kırmızıydı?
- Ya içerdi belki, ama içkiden değil, esrardan öyleydi. Sürekli sarardı, içerdi. Babaannene derdi ki, "abaka, gel seni de dumanaltı yapalım mı?" Gülerdi hep. Babaannen sevmezdi o adamı.
- Neden, esrar içtiği için?
- Yok, onun hikayesi başka. Bazı geceler babaannen yalnız, sabahın karanlığında kapısı çalınmış köyde. Babaannen de Ahmet'ten bildi bunu, o yüzden kızgındı. Ahmet çalmış da olabilir, ama kötü bir şey yapacağından değil, şaka yapmış olabilir, belki o yapmadı, bilmiyorum. Babaannen iki gece kapı çalınınca, üçüncü gece yatağa girmemiş, tabancasını doldurup, takmış beline. Alt katta beklemiş, uyumamış. Eğer kapı çalınırsa, açacak kapıyı vuracak adamı... Neyse, beklemiş beklemiş gelen giden yok. Sonra yatmış. Ertesi gün yine beklemeye niyetlenmiş. Ama her gün her gün beklemesine imkan yok. Sonra aklına gelmiş, aramış polisi. Demiş ki, "yavrum, ben İzzet Bey'in evinden arıyorum, oradaki abakayım (büyük nine). Gece biri geliyor, kapımı vuriyor. Ben şimdi onu bekliyorum, gelirse furacağum oni, haberiniz olsun." Polis de demiş ki, "teyze sen kapıyı kilitle, yukarda yat, eğer kapı çalarsa bizi ara, biz gelip furacağuz oni, sen hiç sıkma canını..."
Yıllar geçti, babaaannen İstanbul'da Aksaray'daki 3 numarada kalıyor. Bir gün Ahmet gelmiş İstanbul'a. O sırada misafir var herhalde, kapı aralıkmış. Ahmet seslenmiş: "Abakaaa, cireyum mi, iznin var mı?". Babaannem sesinden tanımış, hemen cevabı yapıştırmış: "Gel oğlum, Berlin duvarı bile yıkıldı, gel..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder