20 Aralık 2015 Pazar

Ankaralılar


Ankara’da insanlar var. Bunu Balgat’ta, acı soğuk, güneşli bir günde fark ettim.

Evde Esra ve Çiğdem’le oturuyorduk. Çok moralsizdi bunlar. Ellerinde telefon, koltuklara tünemiş kukumavlar gibi, avuçlarındaki ekranlara bakıyor, konuşmuyorlardı. Etraf dağınıktı. Çiğdem “önemli bir görüşme yapacağım” deyip içeri gitti. Demleme çayları vardı, sigaralarından da aldım, keyfim yerine geldi. Çiğdem ne zaman sonra odadan çıktı. Kimle konuştun, ne oldu – Akif’le konuşmuş. Merak ettim, kimmiş lan bu Akif?

Akif elli yaşlarında çoluk çocuklu bir adammış Kırıkkale’de. Kahvehanesi varmış. Evlenecekmiş Çiğdem’le, telefonda bunu söylemiş. Bir de Çiğdem’in kardeşinin otuz bin lira borcu varmış adama, onu Çiğdem’den istiyor. Evlenirse istemeyecekmiş herhalde. Çok aptalca geldi bana, ama bir şey demedim. Çiğdem “otuz bin lirayı bir günde almadık senden, bir günde geri ödeyemeyiz” demiş ona. Bu argümanın zekice olduğuna inanıyordu, gözleriyle takdir bekledi. Ben “bir şey yapamaz, korkma” anlamında bir şeyler geveledim. Kağıt yok, senet yok, neyin borcu yav? Ayrıca bırak kardeşin dertlensin, borç onun. Ayrıca seninle evlenmek istiyorsa, evlenir ya da evlenmez, borçla tehdit neymiş? Demedim bunları. “Korkma” dedim sadece.

Esra, “Bin liraya hallederiz kızım” dedi. İhsan diye bir adam varmış, kahvehaneyi falan darmadağın eder, siker atarmış ortalığı. Çiğdem sigaradan derin bir nefes çekip, “bin lira mı?” diye sordu. “Ağzına sıçmam lazım”. Ciddi ciddi düşünüyordu bunu. Akıl verebilirdim, ama vermedim. Akıl vermek bazen ahlaksızca bir şey olabiliyor. “Sorunları karmaşıklaştırmayın, parçalara bölün, en basit çözümlere odaklanın” falan mı deseydim? Bardaklarını aldım, çay koydum onlara. Belki anlayacağı dil buydu adamın. Kırıkkale’yi sorsan haritadan biliyorum sadece, neyin ahkamını keseyim?

O soğuk hava biraz içeriye gelse, kızlar neşelenirdi. Açılmıyor mu lan bu camlar? Açılmıyormuş. Eşek yükü para veriyorsunuz, evin camı bile açılmıyor. “İyi de, ya adamın burada kafası güzel olsa, sonra atlayıp intihar etse, daha mı iyi” dedi Esra. Bu kızın sesi sigaradan mı yandı, hep mi böyle yanıktı, kim bilir? Güldürdü beni. Tamam dedim, öyle olsun. Bir gün Esra’nın el falına bakmış bir kocakarı, “senin isminde İ olacakmış, ama sonradan E olmuş. İsminde İ olsaymış senin bahtın çok farklı olacaktı, çok zengin, meşhur biri olacaktın” demiş. Annesi İnci koymak istemiş adını ama halası Esra’da ısrar etmiş. Buna üzülüyordu Esra. Kocakarının bunu bilmesine de şaşırıyordu. Kocakarıdan bir iyilik, bir çıkış yolu bekliyordu. Boşandıktan sonra babasıyla konuşmuyor, çocuğunu çok az görüyordu. Üstüne ismini de sevmiyordu, geriye ne kaldı? “Kahve yapsana” dedim. Kahve falı bakayım, ona dair bilmediğim bir şeyi tahmin edeyim istiyordum. Üzgün değildim, ama ona karşı büyük bir merhamet vardı içimde. Kahve yokmuş. Evde çok az şey vardı. Dolabı açtım, neredeyse boştu. Aç aç ne kahvesi hem?

“Adem’i arayacakmış, sevdiğini, evleneceğini falan söyleyecekmiş”. Akif mi arayacakmış? “He ya, Adem’i ararım diyor”. Arasın ulan, sen önceden hem kardeşini, hem anneni besle, yaz bir hikaye, yüz bulmasın onlardan dedim. Babanı aramaya cesaret edemez zaten. Burada akıl vermiş oldum, yüksek sesle, tiyatro repliği gibi - ama yerinde bir akıl oldu. Esra da destekledi. Hoşuma gitti. Kapı çaldı, yemek geldi. Oo, size iskender, bana ssk, ne iş? E telefondan başını kaldırsaydın kızım. İstemiyorsan ben yerim. Hava dağıldı iyice, yüzler güldü biraz. Sonra onlara İnci’den öğrendiğim oyunlardan oynatmak istedim. Sen Çiğdem’in en çok nesini seviyorsun diye sordum Esra’ya. “Çiğdem hiç kötülük düşünmüyor, çok kızıyorum, salaksın diyorum ona” dedi. Çiğdem’e sordum tersini “Esra çok dobra, dümdüz söyler aklındakini” dedi. Bana kalırsa, kendilerinde beğendikleri ne özellik varsa, arkadaşlarında onu gördüler. Oyundan anlamadılar ki bunlar... Onlara başka oyunlar bulmak lazımdı, ya da başka bir eğlendirici. Çıkın lan, güzel bir yere gidelim, kahve falan içelim.

Çıktık. Ankara’da insanlar var. Hatırladım, ilk defa sevmiyordum insanları. Ankara’ya da ilk gelmiyordum, ilk değildi bu rahatlık, bu yoksulluk… Türlü aksilikler olsa, kaza geçirsem, kavga etsem, ne bileyim cüzdanım çalınsa bile, o gün mutlaka harika bir gün olacaktı. Balgat’ta yürürken, o günün yeni hayatımın ilk günü olmasına karar verdim. Filmlerde astronot yabancı bir gezegende yürürken kaskı çıkarıp, havayı solur ya… Seyirciyi şaşırır. O adamda bir güç vardır, güçlü birinden bir iyilik beklersin, bir çıkış yolu. Yaşamak mümkün oluyor işte, güzel günler bizi bekliyor artık.

Araca bindik. Her zamanki gibi Çiğdem yanıma, Esra arkaya oturdu. Şarkı kaldığı yerden çalmaya başladı. Hafifçe kafamı salladım. “Ne diyor?” diye sordu Çiğdem. Eğer yabancıysan, sana herkes garip gelir. Eğer yalnız başınaysan, insanların yüzleri çirkin görünür... Bunun gibi şeyler. İlgilenmedi hiç, “Türkçe çalsana” dedi. Tamam dedim, ayıbettin. Bu şarkı bitsin, ondan sonra.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder