18 Mayıs 2014 Pazar

İki Hayal

Sevgili İnci,

o gün Cihangir'den Kabataş İskelesi'ne yürürken aklıma geldi bu iki hayal. Hangi gün?
Bunlar aslında hep aklımıza geliyor, geçiyor gidiyor. Kaçını hatırlıyoruz? Unutmayınca, "bari yazayım" dedim.


BİR
Biliyorsun, Batı Ataşehir'de bir diktatörün egosu tatmin olsun diye Mimar Sinan'ın adını kirleten o ucube kalıp beton yığınını diktiler: Mimar Sinan Camisi. Aslında o cami için bir proje yarışması açılmıştı; - bahsetmiştim belki, yarışmaya katılan diğer projeleri görüp kahrolmamak elde değil, çünkü içlerinde hakikaten modern, insanda merak uyandıran, avantgarde tasarımlar vardı. Yani Sinan görse, onun ilgisini çekecek türden... Ama kısır, cahil kafanın seçtiği şu anki ucube oldu.
Peki ne olsa iyi olurdu? Yani Sinan'ı eni konu hayret ettirecek bir şeyden bahsediyorum. Sagrada Familia gibi turistik değeri olacak, Lonely Planet'te yer edinecek bir şey. Olamaz mıydı?
Sinan'ın altıgene bir sevgisi var, zaten Türk-İslam sanatında, 16. yüzyılda çok popüler bir şekil. Elde var altıgen.
Bir de kareyi düşünelim, daha doğrusu kübü... Doğada eğriler çok, kare ise yok. Kare insan, daire doğa. Kare insan; daire evren, tanrı, yaradan. Küp uygarlık. 2001 Space Odyssey'de insansı maymunların yanıbaşına beliren şey bir dikdörtgenler prizması idi. Doğada hiçbir zaman olmayacak bir şey, doğanın antitezi. Aslında bir küp de inebilirdi, çok da yakışırdı... Elde var küp.
Düşün ki, Sinan'ın klasik cami tasarımını gerçekleştireceğiz, ana hatlarıyla modelliyoruz cami'yi. Belki Selimiye ya da Süleymaniye gibi. Ama binayı kurarken sadece küpler ya da kareler kullanıyoruz. Mesela bir duvar örülecekse, dikeyde sadece kare taşlardan örülüyor. Kubbe küplerin üç boyutlu üst üste yığılması ile oluşturulmuş. Bilmem canlandırabiliyor muyum? Picasso'nun ya da Metzinger'in bir tablosu gibi. Ama form olarak uzaktan Osmanlı'nın klasik devir üslubunda bir camiye benzeyecek. Biraz dikkatli bakınca şaşırtacak, içinde haliyle muazzam bir akustik olacak.
Bunun çok benzeri altıgen formu için de yapılabilirdi. Duvarlar altıgen örülmüş, kubbe oktogonal prizmaların yığılmasıyla kurulmuş... Bence Sinan görse, hayranlık duyardı. It will imply something like: victory of humanity over nature, of design over biology, of architecture over landscape. Bu Sinan'a yakışan bir şey olmaz mıydı?


İKİ
Gazeteci Hasan Tahsin'in attığı ilk kurşun için bir film çekmek isterdim. Canavar gibi para akıtıp, eski İzmir'i canlandıran bir set, kostümler, vs. Ama film katiyen kuru kahramanlık, Türklük vs. üzerine değil, ciddi bir film olacak...
Ana odak şu: Hasan Tahsin bu ilk kurşunu atmadan önce, bir takım arkadaşları ve vatansever insanlarla uzun süre toplanıyor. İşgal zaten bekleniyor, insanlar da sürekli "ne yapabiliriz, ne olacak" sorularını soruyorlar. İşgal'den bir gün öncenin akşamında "sabah şurada buluşalım, tüfek - tabanca ne varsa getirelim, şu şu mevkide Yunan'a direnelim" diye karar alıyorlar. Ama sabahki buluşmaya kimse gelmiyor, bir tek Hasan geliyor, sonra Hasan rıhtıma iniyor ve tabancasını ateşliyor. Hasan bu harekete karar vermiş tek kişi değil, sadece kararından caymıyor. Elde var caymamak.
İkinci bir boyut da şu: Hasan öyle çok bilinçli, çok düzgün, kültürlü bir adam değil. Mesela İngiliz mandasını savunmuş, acayip yazıları var, çok ateşli, çok keskin, biraz çocuk gibi bir adam belki... Hasan şark kafasında bir adam. Bir yönüyle de şarka düşman, onu aşağılıyor belki, belki Frenk adetlerine düşkün, Fransızca kitaplar okuyor. Yarım aydın. Bir yönüyle de şarkın kendine özgü onurunu, "efeliğini" taşıyor. Elde var yarım olmak.

Hasan'ın buluşma noktasına gidip kimseyi bulamamasını düşündüm. Belki ilk evine yollandı, sonra vazgeçti, rıhtıma indi. Rıhtıma yürüyüşü çok güzel çekilebilir. Bunları düşündüm, o yürüyüşe çok iyi gidecek bir müzik buldum.
Bu film hiçbir milliyetçilik içermeden, bir Dostoyevski romanı kadar insanla ilgili - çekilebilirdi, böyle bir şey hayal ettim.









22 Mart 2014 Cumartesi

Babamın Rüyası

Sevgili İnci,

babamı aradım dün akşam, hatrını sormak için, öylesine... "Seni rüyamda gördüm" dedi. "Hayırdır" deyince, anlattı. Babamın daha önce beni rüyasında görüp görmediğini bilmiyorum, mutlaka görmüştür, ama anlatmamıştı. Zaten düne kadar hiçbir rüyasını anlatmamıştı.

Ben küçükmüşüm, yanımda annem de varmış, ama Rize'de babamın çocukluğunun geçtiği yerdeymişiz. Annem ve ben babamı çağırıyormuşuz, aramızda ciddi mesafe varmış. Sonra babam bizim yanımıza varmış. Biz annemle denize yakın bir yerde, yüksek bir yar'ın yanındaymışız. Babam yaklaşırken ben o yardan aşağı düşmüşüm. Babam içinden "eyvah" demiş. Sonra gelip, aşağıya doğru bakmış. Görmüş ki, ben kayalıklara düşmemişim, suya düşmüşüm ve güzel düşmüşüm, suyun içinde duruyormuşum. Beni öyle görünce sevinmiş, sonra inmiş denize, beni oradan çıkarmış.

Sonra telefonda "iyi misin oğlum, bir yaramazlık yok, değil mi" diye sordu. Ben de "yok baba, hiçbir yaramazlık yok." dedim. Sonra da dedim ki: "Hayrolsun babacım, her şey yolunda, merak etme, bir yere düşmem, sıkıntı yok". Bu son cümleyi farklı bir eda ile söyledim. Bir baba gibi söyledim. Mesela önemsiz bir şeye "önemli değil, hallederiz" diyen bir baba gibi. Kendi planı, programı olan, ne yaptığını bilen biri gibi cevap verdim. Para kazanan biri gibi cevap verdim. O konuşmayı bir gün sonra unutacak biri gibi cevap verdim. Hiçbir zaman uçurumdan düşmeyecek, hiçbir zaman babasının onu gelip almasını istemeyecek biri gibi, hiçbir zaman çaresiz, yalnız ve umutsuz olmayacak biri gibi cevap verdim.

İyi yapmışım di mi?

6 Ocak 2014 Pazartesi

Yıldızlı Gökyüzünün Ötesinde Ne Var?

Sevgili İnci,

döndüm yine Secession'a... Ne olursa olsun, insanı avutuyor van Beethoven. Müzik ya da "güzel müzik", "büyük müzik" demek çok yetersiz kalıyor, başka bir şey. Yoksa neden Secession diye bir yer olsun ki... Yenilip sığınılacak bir yer, Ayla'nın ateş yakıp, ısınacağı bir mağara.

http://www.youtube.com/watch?v=ljGMhDSSGFU&feature=youtu.be&t=13m49s

Tüm düğüm çözüldükten sonra, 9. senfoninin en ruhani bölümü var. Tüm hesaplar veriliyor, iyiler ve kötüler çarpışıyor, bir sonuca varılıyor. Bir sonuca varıldıktan sonraki kısım... Mücadeleden sonraki bilgelik. Aslandan sonraki çocukluk... İnsan hüngür hüngür ağladıktan sonra yaşadığı anlar var, bu ruhani kısım, o anlara benziyor. En sondaki neşeli final'e bağlanmadan hemen önce, verilen bir karar, bulunan elmas. Ya da bulunmuş olan elmasın yere bırakılması, değersizleştirilmesi.

Buradaki sözlere dikkat edince, insanın etkilenmemesi mümkün değil. Emin değilim, ama Schiller'in bütün bir şiiri değildir sanırım. Senfoni için seçilmiş bölümlerdir diye tahmin ediyorum. Kaç yüz yıl sonra bile okunabilir; kaç yüz yıl sonra bile, insanlara ilham verebilir, insanı yükseltebilir. Büyük şiir. Keşke Almanca bilsem. Sadece bunları söylemek için Almanca bilinirdi...

Seid umschlungen, Millionen!
Diesen Kuß der ganzen Welt!

Seid umschlungen, Millionen!
Diesen Kuß der ganzen Welt!

Brüder, über'm Sternenzelt
Muss ein lieber Vater wohnen

Brüder, über'm Sternenzelt
Muss ein lieber Vater wohnen

Ihr strürzt nieder, Millionen?
Ahnest du den Schöpfer, Welt?

Such'ihn über'm Sternenzelt!
Über Sternen muss er wohnen

Über Sternen muss er wohnen

...

Türkçesini söylemeye çekiniyorum. Yıldızlı gökyüzünün ötesine bakın, bakın yıldızlı gökyüzünün ötesine! Keşke baksa herkes... Ben korkuyorum uzun süre bakmaya, biraz bakıyorum, sonra kaçırıyorum gözlerimi, her baktığımda içim doluyor, dayanamıyorum...