28 Aralık 2013 Cumartesi

Hindi

Sevgili İnci,

Los Angeles'daki dünyanın en güzel kitabevinden aldığım kullanılmış bir şiir kitabı vardı. Belirli temalara göre derlenmiş, 90'lı yılların Amerikan şiirleri.. Kitabı okudum, New Yorker'dan tahmin ettiğim gibi, Amerikan şiiri bize göre hayli çocuksu ve basit. Amerikan yurttaşı olsam, İngilizce şiir yazabilirdim bence.
Kitabın içinde belli ki bir öğrencinin aldığı notları da buldum, bazı şiirlerin yanına sorular sormuş, açıklamalar yazmış. Diyebilirim ki, her zaman (iyi) kullanılmış bir kitabı okumak, yeni bir kitabı okumaktan daha güzel.

William Cook'a ait bir şiiri hikayesi ve esprisi nedeniyle burada yazmak istedim - ki internet'te yok, onu arayanlar buradan bulsun.


HISTORY

Ben Franklin opposed the eagle
As our national symbol
For he insisted on our need
To make our definition
In an image for more flattering
We cannot know our nation
Through this
Disgraceful thief
Who bloats
On food he filches
Robbing smaller birds
Who gather and are dutiful.

Afraid that character
Might troop in imitation
Of such a symbol
And we become a true
Rapacious nation
Parasite upon the world
And justified by strength
Franklin proposed
An alternate
More apt and optimistic
He proffered us
The turkey
Wily, jive and wise.


Naçizane çevirisi:


TARİH

Kartalın ulusal simge olmasına 
karşıydı Ben Franklin
Daha övülecek bir hayvan 
bulmamızda ısrar etti.
Sorumluluk sahibi 
küçük kuşların kısmetini çalan
rezil bir hırsızla mı 
tanınacaktı ülkemiz?

Korktuğu başımıza geldi.
Gücüyle, dünya üzerinde 
asalaklık yapan
Zorba bir ülke olduk.

Franklin başka bir seçenek önermişti
Daha akıllıca ve daha iyimser
Hindi demişti
Cingöz, neşeli ve bilge hindi...

1 Aralık 2013 Pazar

Babaannem ve Ahmet

- Ahmet dediğiniz hani yanakları kırmızı olan, hep gülen adam mı?
- Evet evet o.
- İçer miydi o adam, o yüzden mi kırmızıydı?
- Ya içerdi belki, ama içkiden değil, esrardan öyleydi. Sürekli sarardı, içerdi. Babaannene derdi ki, "abaka, gel seni de dumanaltı yapalım mı?" Gülerdi hep. Babaannen sevmezdi o adamı.
- Neden, esrar içtiği için?
- Yok, onun hikayesi başka. Bazı geceler babaannen yalnız, sabahın karanlığında kapısı çalınmış köyde. Babaannen de Ahmet'ten bildi bunu, o yüzden kızgındı. Ahmet çalmış da olabilir, ama kötü bir şey yapacağından değil, şaka yapmış olabilir, belki o yapmadı, bilmiyorum. Babaannen iki gece kapı çalınınca, üçüncü gece yatağa girmemiş, tabancasını doldurup, takmış beline. Alt katta beklemiş, uyumamış. Eğer kapı çalınırsa, açacak kapıyı vuracak adamı... Neyse, beklemiş beklemiş gelen giden yok. Sonra yatmış. Ertesi gün yine beklemeye niyetlenmiş. Ama her gün her gün beklemesine imkan yok. Sonra aklına gelmiş, aramış polisi. Demiş ki, "yavrum, ben İzzet Bey'in evinden arıyorum, oradaki abakayım (büyük nine). Gece biri geliyor, kapımı vuriyor. Ben şimdi onu bekliyorum, gelirse furacağum oni, haberiniz olsun." Polis de demiş ki, "teyze sen kapıyı kilitle, yukarda yat, eğer kapı çalarsa bizi ara, biz gelip furacağuz oni, sen hiç sıkma canını..."

Yıllar geçti, babaaannen İstanbul'da Aksaray'daki 3 numarada kalıyor. Bir gün Ahmet gelmiş İstanbul'a. O sırada misafir var herhalde, kapı aralıkmış. Ahmet seslenmiş: "Abakaaa, cireyum mi, iznin var mı?". Babaannem sesinden tanımış, hemen cevabı yapıştırmış: "Gel oğlum, Berlin duvarı bile yıkıldı, gel..."