11 Temmuz 2013 Perşembe

Nefes

Sevgili İnci,

İstanbul’da bir canavar uyuyor, bir hazine olduğunu oradan biliyorum. Bağlılığım canavara duyduğum merak mı, yoksa altına olan düşkünlüğüm mü? Tam yeri neresi? Belki Şehzadebaşı, belki Laleli? Aksaray’a kadar gitmeden. Yenikapı, Yusufpaşa çok yakınında, ama üzerinde değil. Oralarda bir yerde. Kalp atışını, nefesini duyuyorum. Gerçekte ölümcül olan bir yaratığa kendi iyiliğimi yüklüyorum herhalde, onun tehlikeli olduğunu düşünmüyorum. Canavar ayağa kalkıp, büyük bir depremle yerle bir ettiğinde İstanbul’u, bana hiçbir şey olmayacak, yıkıntılar arasından yürüyüp şu ankinden daha mutlu olacağım gibi geliyor...

İstanbul’da bir canavar uyuyor. İstanbul’a gitmek istemiyorum ve hep istanbul’un yanında olmak istiyorum. Yahudilerin duvara karşı hissettiklerini anlıyorum. Duvar onları ağlatıyor, duvar onları alt üst ediyor. Tapınağa yaklaşıyorlar, acı çekiyorlar, ama tapınağa gitmiyorlar. Ben de Üsküdar’a gidiyorum, Sultanahmet’e, Kocamustafapaşa’ya, duvarın kıyısından bakıyorum tapınağıma. Kalabalığın bilmediği dilde ibadet ediyorum. Canavarın her nefesinde, bileğime yazdığım kelimeyi tekrarlıyorum. Nefes Soğanlık’ta, Maltepe’de, Ümraniye’de duyulmuyor. Cihangir’de de duyulmuyor, yakın oysa... Azapkapısı'na inince, yokuşun dibinde, yaklaştığımı anlıyorum. Köprüyü geçerken şehrin üstüne yaptıkları pisliklere üzülüyorum. Serseriler, orospu çocukları kirletip duruyorlar. Ama hazine derinde, ona ulaşamadılar ve canavar sağken bunu yapmaları mümkün değil.

İstanbul'da bir canavar uyuyor. Onun uyandığını göreyim, hayatım eskisi olmasın, kimsenin hayatı eskisi gibi olmasın istiyorum. Yığınla acının, yıkımın içine girelim, yeter ki uyansın..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder