Johannesburg maalesef “crime and
disorder” belgeselindeki gibi bir yer. Bunun şokunu halen atlatabilmiş değilim.
Burada bazı insanların acayip parası, lüks arabaları, havuzlu evleri falan var.
Ama sokakta yürümek diye bir şey yok. Şehir ulaşımın arabayla sağlandığı güvenli
modüllerden ibaret. Bunların dışındaki yerler “crime and disorder” şeklinde.
Apartheid, Afrikaan dilinde “ayrı olmak, ayrı durmak” anlamına geliyor. Güney
Afrika’da artık ırk ayrımı yok, ama Apartheid sözlük anlamında devam ediyor.
Biraz tarihsel bilgi vermek
istiyorum, bunlar zaten bildiğin şeylerse kusura bakma. Afrika’nın (Etiyopya
dışında) tamamı belirli bir tarih aralığında sömürge olmuş. Kenya, Senegal gibi
bölgelerde emperyalistler ciddi varlık yaratmışlar, düzen kurmuşlar, binalar
yapmışlar. Ancak Angola, Nijerya gibi çoğu yerde fazla bir şey de
bırakmamışlar. Afrika’nın kolonize edilen (beyaz adamın yerleştiği) sadece iki
bölgesi var: Güney Afrika ve Cezayir. Cezayir’i Fransızlar, Fransa’nın uzantısı
olarak kolonize etmek istemişler, 19. Yüzyılda bir ara, Cezayir’deki
Fransızların sayısı sanırım 50 bine kadar çıktı. Ancak bu insanların çoğu geri
döndü. Güney Afrika’nın kolonizasyonuna 18. Yüzyılda Hollandalılar başladı. İlk
yerleşilen yer de Cape Town bölgesi. O tarihlerde Cape Town bölgesinde yerel
nüfus kalabalık değildi. Ilıman iklim, verimli toprak, seyrek yerli nüfus nedeniyle
Cape bölgesi beyazlar için Afrika’da yaşanacak en ideal yermiş bence. Buradaki Hollandalılara
“Boer” diyorlar, konuştukları dil de Afrikaan, günümüz Dutch’dan biraz daha
farklı herhalde. Ama konuşulduğunda, Dutch gibi duyuluyor. Neyse,
Hollandalılardan sonra (tam tarihi hatırlamıyorum) İngilizler geliyor ve askeri
güçleriyle koloniye hakim oluyorlar. İngiltere’den de göç yaşanıyor.
19. Yüzyılda Güney Afrika hep İngiliz kolonisi olarak kalıyor, ama Boerlerle
İngilizler arasında sonu gelmeyen çatışmalar oluyor. Boer’ler İngiliz
hakimiyetini istemiyorlar, hatta bir ara Güney Afrika’nın ortasında “Orange
Free State” (OFC) diye bağımsız bir ülke kuruyorlar. Yine 19. Yüzyılda, Güney
Afrika’nın doğusunda Zulu kabilesi, diğer yerlilere hakimiyet kuruyor, aralarında
çok kanlı savaşlar oluyor. Zulular Boerlerle de savaşıyor, ama tüfek ve mızrağın
savaşında sonuç belli.
1948 yılında, bir seçim yapılıyor
ve Boerlerin partisi “Apartheid” politikasının uygulanmasını istiyorlar.
İngilizlerin de yarısı bunu destekliyor. O tarihten sonra beyazlar bir bütün
olarak hareket ediyorlar. Siyahlara iki sınıf insan, “insan – hayvan arası”
muamelesi yapıyorlar. Sonra, adını bilemedim şimdi, Boer bir başbakan
siyahlarla masaya oturup Aparteid’den vazgeçiyor, eşit seçim yapılıyor, 90’lı
yıllarda Mandela başbakan oluyor. Bugüne kadar da yönetimde siyahlar var.
Hatırlarsın, NewYorker’da okumuştuk, şu anki cumhurbaşkanları Zuma tecavüzden
hüküm giymiş bir adam. Yönetim corrupt ve yeteneksiz. Ayrıca derisi azcık açık
renkli ya da melez birinin yönetimde hiçbir şansı yok. Nüfusun şu an sanırım 5
milyonu beyaz, 5 milyonu da melez. Kalan 40 milyonu da siyah. Apartheid
bittikten sonra yüzbinlerce beyaz Avrupa’ya ya da başka ülkelere göç etmiş.
Johannesburg (Joburg) buranın en
büyük ve en kalabalık şehri. Fotoğraflardan görmüşsündür, şehir çok yeşil. Çok
güzel bitkiler, ağaçlar var. Yüksek bina çok az ve yerleşimler arasında
boşluklar var. Bu yüzden çok geniş alana yayılan bir yer. Biz çok yoğun
çalıştık, bu yüzden doğru dürüst bir yere gitme imkanımız olmadı. Ancak burada
zaten bir yere sadece araçla gidebiliyorsun. Ve araçla gidilemeyecek yerler de
var. Ben bir iki defa yakındaki bazı yerlere yürüdüm. Bunu söylediğimde Güney
Afrika’lılar “yürüme” dediler ve hemen eklediler “gece hiç yürüme”. Bizim
olduğumuz yer şehrin en zengin, en havalı yeri. Otelin altında Ferrari (ya da
öyle bir şeyin) mağazası var. Sokakta yürürken alakasız yerlerde polis, güvenlik
birimi gördüm. Öyle, amaçsız dikiliyorlar. Belli ki polis özellikle bu semtte
olay olmasını istemiyor. Alışveriş merkezi tarzı yerler var. İçlerinde beyazlar
ve süslü siyahlar geziyor. Kafes hayatı. Kamu alanı kamuya açık değil. Güvenli
olan yerler yüksek duvarlarla çevrilmiş, duvarın üzerinde elektrikli tel var,
tele 10.000 volt elektrik vermişler. Tabelalar var, “burası şu şirket
tarafından korunmaktadır, rahatsız ederseniz, silahla cevap veririz”. Bu
tabelalar her yerde. Belgeseli izlediysen görmüşsündür, şehir çetelere teslim
olmuş durumda; güvenlik şirketleri silah taşıyor, adam öldürüyor, polis bunları
seyrediyor. Bir noktadan sonra güvenlik şirketleri suçu beslerse hiç şaşırmam.
Belki çoktan öyledir...
Bu insanların sorunu parasızlık, işsizlik,
gelir dağılımındaki uçurum, vs. Yönetim de bunları çözmekten aciz. Gazetede
okudum, sağlık bakanı ülkenin sağlık sorunları için yine apartheid’i suçlamış.
E baba neredeyse 20 yıl oldu, daha ne kadar suçlayacaksın? Gazete de (beyaz
gazetesi) bakanla dalga geçiyordu.
Burada çalışan Türk arkadaşlar da
kafes hayatı yaşıyorlar. Mecburen bir araç kiralamışlar, onunla sağa sola
gidiyorlar. Haftasonu gezebilecekleri bir ortam yok, çünkü nereye gitseler “bu
adamlar bizi soyar mı, öldürür mü” gibi bir endişe var.
Gördüğüm şirket ortamlarında
siyah orta seviye yönetici bir tane gördüm. Ancak çalışanlar arasında siyahlar –
beyaz yarı yarıya gibi geldi bana. Öte yandan temizlik, güvenlik gibi işlerde
çalışan herkes siyah. Gazetede okudum, Güney Afrika şirketlerinde siyah CEO
oranı %12 imiş. Bir hükümet yetkilisi bundan şikayet ediyor, ama bu şikayet pek
çok nedenle anlamsız. Salaklar, bundan şikayet edeceğinize, iş alanları
yaratın, projeler yapın, insanları eğitin. Alistair diye adamla muhabbet ettim,
burada hayat zor değil mi, çocuklar ne yapıyor diye sordum. “Çocuklar Cape Town
yakınlarında küçük bir kasabada, orada iyi bir okul var, orası güvenli” dedi. Joburg
çocuklar için iyi bir yer değil. Televizyon kanallarında siyah ve beyazlar bir
arada, burjuvazinin ortak değerlerine sahip çıkarken gösteriliyor. Irk ayrımı
yok artık, evet.
Siyah erkeklerin çoğunun ve bazı
siyah kadınların saçları kazılı. Çünkü saçları incecik ve kıvır kıvır. Tam
bonus kafa. Bazı kadınlar inanılmaz özenerek, o saçları tek tek örüyorlar. Bazı
süslü kadınlar düz saç peruk takıyor. Dün bir hapishanede mahkumları zorla
saçlarını kesmişler, isyan çıkmış. Gazetede okudum. Kesmek istiyorlar, çünkü adamlar
saçlarının içinde uyuşturucu ve silah saklama ihtimali varmış. İsyan edenler de
belirli bir kabileye mensup, onlarda saçın kesilmesi günahmış. Zenciler ne
kadar aynı elbiseyi, aynı ayakkabıyı giyerse giysin, bence doğal nedenlerle bir “gerilik”,
bir “inferiority” hissediyorlar. Tam değiller. Bende de bu önyargı var, onlara
karşı fazladan bir merhamet ve sempati hissediyorum. Bu sanırım doğal bir şey,
bunun aşılması için zamana ihtiyaç var.
Anlatacak başka şeyler de var,
ama şimdilik bu kadar...